Ana içeriğe atla
7 Nisan 2010 tarihinde RA tarafından gönderildi

10000 Yıllık Japon ! Piramidi

Japonya''da, Yonaguni''de denizin derinliklerinde bulunan ve "insan yapisi" oldugu izlenimi veren tapinak benzeri binalar acaba Prof. Hernandez'in temasi sirasinda anlatilan kitalari ayrilmasi ve hareketi ile Atlantisin bugünkü noktasindan uzaklasmis yine Atlantislilere ait bir baska dev piramitmi? Belkide piramitleri insa edenler Atlantislilerdi, kimbilir.

1985 yilinda Japonya’nin Okinawa Adasi yakinlarindaki Yonaguni’nin açiklarinda dalis yapan bir balikadam, hiç beklemedigi bir görüntüyle karsilasti. Suyun metrelerce altinda, dipte, derinlere dogru alçalan basamaklariyla garip bir antik kalinti uzaniyordu önünde. ilkin göz yanilmasi sandi, basamaklara yaklasip inceledi, yapinin çevresini dolastikça saskinligi daha da artti. Bilinmez bir zamandan beri suyun altinda yattigi belli olan bu basamakli yapi, düzenli kivrimlara, son derece hassas açilara sahipti. Balikadam, sudan çikar çikmaz bildigi her yere bu bulusunu haber verdi. Yonaguni sularinin dibindeki bu esrarengiz yapinin sirri henüz tam olarak çözülebilmis degil. Ama seksenlerden bu yana dalis yapanlarin oldugu kadar, jeologlarin ve arkeologlarin da ilgi odagi.

 
Japonya da, Okinawa ve dolaylarinda, zaman zaman 3000 yillik kalintilara rastlaniyor. Ama suyun altinda bulunan ve yapisi itibariyla bir "basamakli piramit" izlenimi veren buluntunun ne zaman kimler tarafinan yapilmis olabilecegi üzerine kimsenin fikri yok. Aslina bakilacak olursa, bu yapinin "insan yapisi" oldugu da simdiye dek resmen kabul edilmis degil. isin içinden çikamayan arkeologlar ve ortodoks jeologlar, bu dümdüz basamaklarin dogal etkilerle olusmus olabilecegini belirtiyorlar, ama hiç de inandirici degiller. Yonaguni’deki gibi düzgün, sasirtici derecede simetrik ve insan yapisi izlenimi veren bir bulguya Bimini hariç hiçbir yerde rastlanmadi. Sfenks üzerinde çalismalar yapan Boston Üniversitesi’nden Dr Robert Schoch ile John Anthony West de çalismalara katildi. Dr Schoch, ilk dalista uzun uzun Yonaguni kalintilarini inceledi ve görüsünü net bir biçimde açikladi: "Bu kayaliklar kesinlikle insan yapisi ve tahmin edebilecegimizden çok çok daha eski. Asagi yukari, 10000 yillik!" Biminideki kalintilarinda en az 10000 yillik oldugu düsünülüyor. Rastlantimi sizce?
Ayni yorumu, John Anthony West ve Japon uzman jeologlar da yaptilar. Dümdüz, doksan derecelik açilarla inen basamaklarin yani sira, kösegenlerde oyulmus düzgün ve orantili hendekler, dört ayri yerdeki sütun yerlestirme yuvalari, bu yapinin kesinlikle bir antik kalinti, bilinmeyen bir dönemden kalma "basamakli piramit" oldugunu gösteriyordu.
Schoch’un düsüncesiyle birlestirildiginde, Japon sularinin dibinde yatan bu çok eski ve bilinmez mimarlarin eseri yapi, i.Ö 11000 dolaylarindaki buzul erimesi sonucu denizlerin yükselmesiyle derinlere inmis bir "yitik uygarlik kalintisi" izlenimi veriyor.

Yonagoni’deki arastirmalar yogunlasmis durumda. Eger çevrede insana ait bir medeniyet izi (yazi vs..) bulunabilirse gerçekten çok önemli bir bulus gerçeklesmis olacak. Belkide bulunacak seyler Bimini'deki kalintilarla örtüsecek ve Atlantis ve Atlantis'in dev pirtamitlerinden biri olabilecegi ortaya atilacak veya kayip kitalar olan efsanevi Mu ve Lemurya medeniyetleri belkide bulunmus olacak.
Sonuç dünya tarihi yeniden yazilmak durumunda kalinacak, "yaziyi ilk kullanan medeniyet Sümerdi" cümlesini tarih kitaplarimizdan çikarmak zorunda kalabiliriz.

 

Yorumlar

Cok degisik RA paylasim icin tesekkurler, uzun yazi olmus bunu adam gibi okumak lazim. Foruma uye oldugumdan beri araliksiz takipteyim, kucuklugumden beri cok ilgiliyimdir zaten ve benim gibi ilgilenen sorgulayan arastiran Turk beyinler gormek iyi geliyor :) Bu yaziyi uygun vakitte gece arastiracagim cepten baglaniyorum zor oluyor. Sevgiler.

bu olayı Kayıp Uygarlık Atlantis: Hayatta Kalanlar adlı kitabı okuyarak anlamlandırmak mümkün olabilir.

kısaca anlatayım: kitapta, Atlantis'in zaman içinde yaklaşık 4000 yıl aralıkla 4 tufan yaşadığını ama en sonuncusunda battığını ve Atlantiste kalanlar olduğu gibi kaçıp (örneğin Mısır gibi) başka yerlere yerleşenler ve oralarda yeni bir hayat* kuranlar olduğundan bahsediliyor. Aztek, Mısır, vs.. bunların farkları var ama büyük resme baktığınızda o kadar çok birbirlerine benziyorlar ki. . .

bu konuyu merak eden ve benim gibi Atlantis meraklısı olanlar varsa, kitabı mutlaka okumalarını tavsiye ediyorum. kitapta önemli yerlere post-it yapıştıra yapıştıra kitap rengarenk oldu. o kadar bilgilendirici bir kitap. . .

Atlantis'ten bahsetmişken ;

Atlantis için çağlardan beri hep var mı, yok mu? tartışması yaşandı. Ben ise, onun varlığını kabul edip, insanlarının yaptıkları hatalara ve bu hataların bugünün Dünyasını etkilemesine bir göz attım. Varlığına inanıp, inanmamak size kalmış Tarihin kadim zamanlarında büyük bir uygarlık vardı. Insanlığın ulaşmış olduğu en yüksek uygarlık seviyesine ulaşmış olan "Mu" Uygarlığı. Munun çevresi de yavru uygarlıklarla çevriliydi. Bu yavru uygarlıklardan biri de Atlantis Uygarlığı'ydı. Bugün, her iki uygarlık hakkında "efsanevi" tanımlaması yapılıyor olsa da onların varlıkları bilimsel araştırmalar ve arkeolojik bulgularla her geçen gün biraz daha gerçeklik kazanıyor. Onların varlığına kanıt arayanlar için bir kaç örnek verebiliriz: Eflatun, Atlantisle ilgili ilk yazdığı eseri Timea (Timaios) ve daha sonra MÖ.345 yılında "Kritias"I yazdığı zaman kaynak olarak M.Ö.7.yy da yaşamış atası politikacı Solon'u gösteriyordu. Solon M.Ö 590'da Mısır'a gitmiş ve Mısırlı rahiplerden kadim bilgiler edinmişti. Bu bilgiler Atlantis'de yaşam şeklinin yanı sıra Mısır Uygarlığı'nın köklerinin Mu ve Atlantis'e dayalı olduğuna ilişkindi. Bu büyük ada ülke Solonun anlatımlarına göre, Solonun doğumundan 9 bin sene önce çok güçlü bir krallıktı ve buradan gelen işgalci kabileler, Akdeniz kıyısındaki tüm ülkelere yayılmışlardı.Ve Solon rahiplerden birşey daha öğrenmişti; uzun yıllar boyu Mısır'ın batı ülkeleriyle bağlantısının kesilmiş olduğunu. Bunun nedeni Atlantis'in deprem ve su taşkınları sonucu batmasının ardından, Atlantik Okyanusu'nun, Atlantis'in varolduğu kabul edilen bölgesinde, denizin bir çamur ve yosun tabakasıyla geçit vermez oluşuydu. Bu durum başka tarihçiler tarafından da anlatılır. Rusyada St. Petesburg Müzesinde bulunan ve bilinen en eski papirüslerden olan bir papirüsde ise, Ikinci Hanedan Firavunlarından Sentin, onlara bilgeliği getiren atalarının, anavatanlarını araştırmak üzere bir araştırma grubunu Atlantik Okyanusuna gönderdiği yazılıdır. Arkeolojik açıdan bu konuya ilişkin önemli bulgular ise, Eski Truva'da Dr. Schliemann tarafından bulunan ve ithaf yazısında "Atlantis Kralı Kronosdan yazılı Baykuşlu Vazove yine üzerinde aynı yazı bulunanKuş Sfenksidir. Kanıt olarak; çözülmüş NaacalTabletleri'ndeki anlatımlar, Mısır Uygarlığı'nın hiyerogliflerinden elde edilen bilgiler, Maya yazıtları, efsaneleri, ilahileri de gösterilebilir. Jeolojik kanıtlar ise, Kuzey Atlantik Okyanusu'nun dibi ya da yatağının biçimidir. Buradaki veriler "bölgesel çökmeye" işaret etmektedir. Bugünkü teknolojiyle Kuzey Atlantik bölgesinde Atlantis'in haritası da çıkarılmıştır. Jeolojik olarak da kabul edilen diğer kanıtlar ise şöyle sıralanabilir: Amazon Denizi'nin yok oluşu, Missisippi Vadisi'nin kuruması, St. Lawrence Vadisi'nin kuruması, Florida'nın ortaya çıkışı, Kuzey Amerika Atlantik kıyı hattının genel olarak genişlemesi Bunların hepsi de büyük bir kütlenin denize batması ve batma nedeniyle deniz dibinde oluşan büyük çukura çevre suların dolmasını kanıtlar niteliktedir. Ayrıca jeologlar, Brest ile A.B.D.nin kuzeyi arasındaki alanda 15 bin yıl öncesine ait açık havada katılaşmış olan lav parçaları keşfetmişlerdir. Atlantis'in, efsane mi, gerçek mi olduğu, Rönasans döneminde de kafaları en çok meşgul eden sorulardan biri durumundaydı. Özellikle 17. ve 18 yyda bu tartışmalar oldukça yoğunluk kazanmıştı. Atlantis, Dünya Edebiyatının devleri tarafından da tartışılmıştı. Bu tartışmaların sonucunda onun varlığına tüm kalpleriyle inanan yazarlar; Montaigne, Bafflon ve Voltaire olmuşlardı.. Atlantis vardı ve battı? Peki neden? Neden çok basit, sadece küçücük bir kelime; egoBugünkü biz Dünya çocuklarına ne kadar da yakın gelen bir sözcük değil mi? Hemen hemen tümümüzün içini kemiren, bizi olmadık yollara, aşklara, yaşamlara ve hırslara sürükleyen o çoklukla kontrol edemediğimiz yönümüz içimizdeki yaramaz çocuk ego... Peki Atlantislileri bu ego'nun en uçlarına sürükleyen ve onları yokoluşa götüren nedenler nelerdi? Aslında bu nedenler bugün yaşadıklarımızdan hiç de farklı değildi? Insanları, geçmişte toplu yokoluşlara götüren hatalar günümüzde hala tüm hızıyla devam ediyor? Peki devam etmek zorunda mı? Bu sorunun yanıtı tabii ki "Hayır"... Şimdi, bu "Hayır"I gerçekleştirmek için Atlantis'in tarihine bir göz atalım...

(Aşağıdaki bilgiler Eflatun'un KritiasAkaşa Yayınları'nın Galaktik Insan Ruh ve Madde Yayınları'nın "Kahin" isimli kitabında Edgar Cayce'nin, 1000e yakın kişiye yaptığı önceki yaşamlara döndürme seansları- sırasındaki Atlantis dönemine ilişkin okumalarından elde edilmiştir).
Dünya'nın unutulmuş tarihinin önemli bir bölümünde, Dünya üzerindeki hakimiyet dinozorumsu ve sürüngenimsi ırkın kurmuş olduğu uygarlıklardaydı. Bu ırklar bugünkü Dünya insanlarıyla kıyaslanacak olurlarsa üstün bir zekaya sahiptiler. Ama kötü bir yanları vardı, kendileri dışındaki fiziksel varlıklara yaşam hakkı tanımıyorlardı. Bu nedenle, 900 bin yıl kadar önce, o dönemlerde karada yaşayan, memeli deniz öncelleri dediğimiz varlıkların ( yunuslar ve balinalar) ve Dünya spiritüel hiyerarşisi'nin de desteği ile Dünya'dan yokedildiler. Ve bu yokedilişten bir süre sonra Dünya'da insan ırkı var olmaya başladı. Dünya insanları ilk kolonilerini, Pasifik Okyanusu üzerinde bulunan, Lemurya Kıtası (MU) denilen yerde kurdular. Insanın beş ırkının bu kıtada yaratıldığı ve sonraları Dünyaya yayıldıkları söylenir. Ilk koloninin kurucuları olan bu insanlar, hayatın tüm düzeylerinde demokratik ilkelerin geçerli olduğu bir Lyra/Srius uygarlığı oluşturdular. Sonraki 850.000 yıl boyunca Lemuryalılar bir dizi yavru imparatorluklar kurarak Dünyaya yayılmaya başladılar. Bu yavru imparatorlukların en önemlisi, Atlantik Okyanusu'nun ortasında bulunan kocaman bir ada olan Atlantis idi. Atlantis'in batısında Kuzey ve Orta Amerika, doğusunda ise Avrupa ve Kuzeybatı Afrika yer alıyordu. Yüzölçümü bugünkü, Avrupa ve Rusyanın birleşik yüz ölçümlerine eşitti. Poseidon, Atlantis'in kurucusuydu. Atlantisliler, babaları olduğunu kabul ettikleri Poseidon için bir tapınak yapmışlardı. Her beş ve her altı yılda bir insanlar burada toplanır ve boğalar kurban ederek tapınağın sütünlarına işlenmiş kutsal yazılara riayet için yemin ederlerdi. Atlantisliler topraktan gelmiş insanlardan, Euenor'un kızı Kleito'yu anneleri olarak kabul ederlerdi. Insanları; kültüre, bilime, sanata oldukça düşkündüler. Kibar insanlardı. Atlantisde çoğunluk kızıl ırktaydı. Yönetim şekli ise, sosyalist eğilimli bir monarşiydi. Toplumda din adamlarının sayısı hayli fazlaydı. Din adamları, o devrin en bilgili kadın ve erkekleriydiler. Hekimlik, vicdani ahlaki değerlerin danışmanı olarak görev yapıyorlardı. Atlantis varolduğu dönem boyunca üç imparatorluk dönemine ayrılmıştı. Galaktik Insan Kitabı'nda Atlantis'in yükselişini ve düşüşünü incelerken şöyle bir anlatıma yer veriliyor; "Atlantis'in tarihinin üç imparatorluğa ayrıldığını görürüz. Ilk tarihi dilime Eski Imparatorluk denir (M.Ö 400.000 yıldan 25.000 yıla kadar uzanır) Eski Imparatorluk, Lemurya ile aynı zamanlarda var oldu ve nihayet Lemurya'nın yıkımını planladı. Ikinci tarihi dilime, Orta Imparatorluk denir (M. Ö 25.000 yıldan 15.000 yıla kadar uzanır) ve o, Dünya Gezegeninin ilk gerçek hiyerarşik yönetimine sahne olmuştur. Son tarihi devreye ise Yeni Imparatorluk denir. O Atlantis tarihinin son 5000 yılını kapsayan nihayi çatışma ve yıkımın öyküsünü içerir (MÖ. 15.000 yıldan 5000 yıla dek uzanır). Santesson kitabında ise Atlantisdeki yaşam, Eflatunun yazdıklarından yola çıkarak Atlantisi şöyle tasvir edilir; Atlas soyundan gelenler, Atlantise hakim olmayı sürdürdüler. On bölge yöneticisi, birbirlerinden sadece askeri işlerle ilgili ayrıntılar bakımından ayrılıyorlardı. Atlantis krallarının her biri kendi ülkesinde hükümdardı, ama hepsi merkezi adadaki Poseydon Mabedinde dikili, Orişalktan yapılmış bir sütüna, ilk on kral tarafından kazılmış bir işarete itaat ederlerdi. Atlant krallarının ilk yasası, birbirlerine karşı silah kullanmamak, hücuma uğramaları halinde birbirlerine yardım etmekti. Atlantis’in doğal kaynakları sanki sınırsızdı. Kıymetli madenler çıkarılıyor, kokulu bitkilerden kokulu özler damıtılıyordu. Köprü ve kanal ağı, ülkenin çeşitli bölgelerini birleştiriyordu. Kıtanın altında bulunan taş ocaklarından çıkarılan beyaz, siyah ve kırmızı taşlar, evlerin ve sair yapıların yapımında kullanılıyordu. Her bir araziyi çevreleyen duvarlar yapıyorlar, bu dış duvarları bakırla kaplarken, şehri tahkim eden iç duvarları orşalk, orta duvarları ise kalayla kaplıyorlardı. Merkezi adada kurulu şehirde saraylar, mabetler ve halka ait diğer binalar kurulmuştu. Merkezde altın bir duvarla kuşatılmış bir mabed bulunuyordu. Bu mabed, Kleyto ile Poseydona adanmıştı Bahçe ve koruluklarda sıcak su kaynakları akıyordu. Çeşitli tanrılara adanmış birçok mabet, insan ve hayvanlariçin arenalar, hamamlar ve bir hipodrom vardı. Pek büyük limanlardan kalkan gemiler, Dünyanın her yerine gidiyordu. Bölge halkının nüfusu o kadar yoğundu ki her yerde sesleri işitiliyordu. Merkezi şehrin etrafında, sarp yükseklik ve güzelliklerinden dolayı ünlü dağların koruduğu çok geniş bir ova uzanıyordu. Ovada senede iki kez hasat yapılıyordu. Bu büyük imparatorluk Helen Devletlerine en kudretli ve şanlı oldukları bir devirde hücum etti. Ve böylece bilgelik ve biat yolundan saptı. Ölçüsüz alanlara sahip olan Atlantis kralları, tüm Dünyayı zapt etmek azmindeydiler Bundan sonraki bölüm, Kritiasın orjinalinde şöyle devam ediyor; Zeus, Işte o zaman bir vakitler erdemli olan bu soyun bahtsızlığını farkederek, onların aklını başına getirmek, onları uslandırmak için cezalandırmaya karar verdi. Bütün tanrıları, evrenin ortasında kurulu ve oradan durmadan değişen her şeyi gören en kutsal evinde bir araya topladı; onlara dedi ki Eflatunun KritiasI burada sona eriyor. Sonrası malum

KİMYASAL SİLAHLAR VE ŞİDDET

Atlantis batışından once üç kez tufana uğramıştır. Edgar Caycenin okumalarına göre, bu tufanlar günümüzden; 50 bin, 28 bin ve10.600 yıl kadar once gerçekleşmiştir. Bu tufanların nedenlerini incelediğimiz de günümüzle ne kadar da özdeş olduklarını tüm gerçekliğiyle görüyoruz. Ilk tufanın nedenine baktığımızda günümüzde de sıklıkla kullanılmakta olan kimyasal maddeleri ve silahları görüyoruz. Bu maddelerin ilk kez yoğun olarak kullanılmasının öyküsü ise şöyle; M.Ö. 50200 yılında etobur, iri cüsseli hayvanlar, insanlar için büyük sorun oluşturmaya başlayınca Dünyanın beş ulusundan gelen, beş ırkın temsilcileri bir araya geldiler, topraktaki ve havadaki unsurlarda bulunan güçlü kimyasal enerjileri hayvanlara karşı kullanmak için karar birliğine vardılar. Bu kararların sonucunda hayvanların yaşadıkları mağaralara ve bölgelere çok büyük miktarlarda kimyasal maddeler, gazlar verildi. Bilinçsizce kullanılan bu kimyasal maddeler ve güçlü patlayıcılar doğanın dengesini bozdu. Verilen gazlar, halen soğumakta olan yerkürede volkanik patlamalara, zelzelelere, buzul çağına girilmesine ve Atlantisin ilk tufanını yaşamasına yol açtı. Bu maddeler size de tanıdık geliyor mu??? Atlantis de uzun yıllar boyunca toplumsal olarak da karışıklıklar yaşandı. Toplum yönetiminde hakim olan ve Işığı temsil eden Birin Oğulları; bir Tanrı, bir din, bir eş kurallarını toplumda yerleştirmeye çalışırlarken, Karanlığı temsil eden, Belial Oğullarının, bu kurallar hiç işlerine gelmiyordu. Onlar toplumsal normları hiç sayıyor, insan hakları konusunda ise kayıtsız kalıyorlardı. Maddesel, sefahata eğilimli, şiddete dayalı bir hayat biçimi ve anlayışları vardı. Toplum hayatında bu iki grubun anlaşmazlığı gittikçe artıyor, bu da iç savaşlara ve huzursuzluklara neden oluyordu. Belial Oğullarının bedene bağlı, materyalist yaşam biçimleri bazı Birin oğullarına da cazip geliyor ve onların tarafına geçmelerine neden oluyordu. Belial Oğulları, bugün Dünya üzerindeki hakim güçlere baktığımızda, sizce de bildik birilerini anımsatmıyorlar mı???

GÜCÜ YANLIŞ AMAÇLARLA KULLANDILAR

Atlantisteki ikinci tufan ise M.Ö. 28.000e doğru gerçekleşti. Bu tufanın öyküsü ise şöyle anlatılır; Atlantisliler ilk tufanın şokunu atlattıktan sonar hızlı bir toparlanış dönemi geçirdiler. Atlantisin ikinci döneminde Atlantisliler, elektrik ve elektronik alanında önemli buluşlar yaptılar ve büyük gelişmeler gösterdiler. Uranyumdan elde edilen atom enerjisini taşımacılıkta kullanılıyolardı. Laser gibi her türlü ışıklı şualar keşfetmişlerdi. Ölüm şuası da bu gruba dahildi. Sıvı hava, sıkıştırılmış hava, kaucuk ve bugün henüz bilinmeyen bakır, aliminyum ve uranyumdan meydana gelen madeni alaşımlar kullanılıyordu. Asansör, telefon, radyo, Tv yaygındı. En önemli bilimsel başarıları ise güneş enerjisine hakim olmalarıydı. Bu gücü denetim altında tutan merkeze,Tuaoil Taşı veya Ateş Taşı adını veriyorlardı. Bu dönemde insan bedeni,kristallerden çıkan şuaların hafifletilmiş bir uygulaması ile gençleştirilebiliyordu. Bununla berebar Ateş Taşı yıkıcı amaçlarla işkence ve ağır cezaların yerine getirilmesinde de kullanılıyordu. Bu merkezin kuvvetinin, çok ileri bir düzeye ulaştığı bir zamanda yapılan bir hata, şuanın elektrik güçleriyle birleşerek toprağın bağrında birçok yangının çıkarmasına yol açtı ve volkanik patlamalar meydana geldi. Güç kaynaklarının bilinçsiz ve kötü kullanımının bugünün Dünyası için de yok oluşu getireceği çoğumuzun kabul ettiği bir gerçek değil mi???

GENLERLE OYNADILAR

Atlantililerin hatalarından birisi de genlerle oynamaları olmuştur. Belial Oğullarının etkisi altındaki, Atlantislilerin yaptıkları, bugünün dünya insanlarını genetic bakımdan indirgenmiş ve mutasyana uğratılmış durumda da bırakmıştır. Nedir bu genetic bakımdan indirgenmiş ve mutasyona uğratılmış olmak? Yapılan işlem bugünün gen mühendislerinin üzerinde çalıştıkları yöntemlere çok benzer. Sadece Atlantisliler bu işlemi yaparken, hayvan türleriyle yetinmemişler, insanlar üzerinde de denemeler yapmışlar daha da ileri giderek insan ve hayvan karışımı yaratıklar meydana getirmişlerdi. Atlantisliler bu yaratıkları köle olarak en ağır işlerde kullanıyorlardı.Insanların önceleri daha büyük olan kafa yapısını küçültenlerde yine Atlantisliler oldu. Atlantislilerin hırsı sınır tanımıyordu. Yaptıklarıyla yetinmeyip, insanlarda önceleri 12 sarmallı olan DNA yapısını, 2 sarmala indirdiler. Öfke, korkular, şiddet eğilimi, telepati yeteneğimizin azalması gibi olumsuz durumlar insan ırkından bu sarmalların çalınması sonucu oluştu. Ve bizler günümüzde bu hırsızlığın bedelini hala yaşamlarımızda ödüyoruz. Peki bugünün dünyasın da yapılan genetik çalışmalar, acaba onların geleceği nereye doğru gidiyor???

KENDİLERİNİ TANRIYLA EŞ KOŞTULAR VE ACIMASIZLAŞTILAR

Atlantisliler zamanla, yaptıkları yaratım ve genlerle oynama çalışmalarını öylesine abattılar ve Dünyaya hakim olma istekleri öylesi bir boyuta geldi ki, bir anlamda kendilerini, Allah, Tanrı, Yaradan,Ogan, Kutsal Beyaz Işık gibi birçok isimle anılan "BüyükYaratıcı Güç"le eş görmeye başladılar. Çünkü onlar yaratmanın sırrına erdiklerini düşünüyorlar ve "Büyük Yaratıcı Güce ihtiyaçları olmadığını iddia ediyorlardı. Işi iyice ileriye götürüp başta Alpha Centauri ve Pleiades kökenli ve Dünya Spiritüel Hiyerarşisi tarafından dışlanan "asiler" denilen gruplarla ittifak içine girdiler. Öte yandan, Dünyadaki askeri gücün büyük bölümüne sahip olma istekleri onları Ana imparatorluk Lemuryayı yok etme düşüncesine de götürdü. Çünkü Lemuryada tıpkı, Atlantis gibi egosunu ön plana almış, Dünya üzerinde hakimiyetini sürdürmek isteyen bir konumdaydı ve Atlantisin Dünyaya hakim olma yönündeki amacına engel teşkil ediyordu. O tarihlerde Dünyanın iki tane ayı vardı. Atlantisliler uzaylı asilerle yaptıkları ittifaktan da güç bulurak bu aylardan birini kullanarak Lemuryayı yok etmeye karar verdiler. Şimdiki Dünya ayının dörtte üçü büyüklüğündeki ayı spiral çizen bir yörüngeye soktular. Uzay gemileri, çekme ışınlarını kullanarak, Dünyanın aylarından birini Lagranj( kritik kütle konumu) noktasına yaklaştırdılar. Uzay gemileri parçacık ışın silahlarını ateşleyerek ayı, otam Lagranj noktasına girmeden once parçaladılar ve ay parçalarının oluşturduğu meteor sağanağı Lemuryayı ve kıtayı suyun üzerinde tutan gaz odalarını parçaladı. Böylece Lemurya okyanusun derinliklerine, büyük depremler, su baskınları ve üzerinde yaşayan binlerce insanla birlikte battı. Hırs ve gücün bilinçsizce kullanılmasının getireceği sonuçlar bugünün ülkelerinin, kıtalarının da sonu olamaz mı sizce???

YERKÜRENİN DENGESİNİ BOZDULAR

Atlantislilerin bu uzaylı asi gruplarla iş birliği, Dünya'ya savaşı getirdi. Bu dönemde Atlantislilerin Dünyaya hakim olma istekleri ve kendileriniYüce Yaratıcıyla eş koşma kibirleri çok daha uç boyutlara geldi. Yaratıcı güce sırtlarını döndüler. Tapınaklarda insanlar kurban edilmeye başlandı. Doğa güçlerini kötüye kullanıyorlardı. Güneş prizmalarının işkence ve ceza amaçlı kullanımı öylesine artmıştı ki halk bunlara Korkunç Kristaller adını vermişti. Insani değerlere hiç saygı kalmamıştı.
Askeri üstünlük için, yerküreyi onların değimiyle, Leydi Gaiayı dengelemek amacıyla kullanılan Maldek ayını kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya başladılar. Bu kullanım Dünyaya isyanları ve kaos dolu günleri getirdi. Engizisyon ve işkence dönemi başladı. Yü gibi, Lemuryanın yavru imparatorlukları Atlantislilerin zulmünden kaçmak için Himalayalara oradandan yerin altına sığınarak bugün Agarta veya Şambala denilen 5. boyutsal bir uygarlık kurdular. (bu konuya ilişkin farklı bilgilerde mevcuttur).
Birin Oğulları insanları uyarıyor, doğruya çekmeye var güçleriyle uğraşıyorlardı. Ama Belial Oğullarının insanlara, zaaflarına yönelik sundukları olanaklar her geçen gün Atlantisli insanların Karanlığın temsicileri Belial Oğullarının tarafına daha fazla yönelmesine neden oluyordu. Belial Oğulları ve Birin Oğulları arasındaki savaşlar öyle bir duruma geldi ki kristal tapınaklara saldırılar sonucu Dünyanın iklimini dengede tutan gökkubbelerde önemli boyutta çatlamalar meydana geldi. Işte bu çatlamalar Atlantisin sonunu hazırladı. Dev ada büyük bir tufanla karşı karşıya kaldı. Depremler, sağanak yağışlar volkanik patlamalar sonucu Atlantisin batışı gerçekleşti. Atlantisin ilk olarak 11.500 yıl önce bir dip yükseltisi oluşturarak battığı, daha sonra bu günkü seviyesine indiği söylenir. Bermuda Şeytan Üçgeninin de Atlantisin batması sonucu oluşan boyutlar arası bir geçiş kapısı olduğu söylenir.

RUHSAL DÜŞÜŞE NEDEN OLDULAR

Eflatun, KritiasI Zeus dedi ki diye bitirmişti Onun Zeus olarak nitelendirdiği, bizim Allah dediğimiz o Yüce Yaratıcı Güç belli ki tufan emri vermişti. Yahudi ve Hristiyan metinlerinde Atlantisin sulara gömülüşü insanın düşüşü olarak ele alınır. Çünkü Atlantisliler yaptıkları hatalar nedeniyle insan ırkının spiritüel yani ruhsal olarak düşmesine neden olmuşlardır. Bu gün isimler farklı olsa da zulme uğrayan, sürülen halklar ve Dünyaüzerinde güç ve iktidar hırsı içinde olan ülkelerin yaptıkları bu anlatılanlarla ne kadar da çok benzerlik gösteriyor değil mi? Bugün de Dünyada gücü elde etmek amacıyla üretilen nükleer silahların denemeleri sonucunda ozon tabakası delinmiyor mu? Kutuplardaki buzlar, eko dengenin bozulması nedeniyle eriyor ve bu durum Dünyayı sular altında bırakma tehlikesini beraberinde getirmiyor mu? Vücutlar kimyasal maddelere kanserle karşılık vermiyor mu? Biyolojik denemelerin kötü amaçlarla kullanılması daha önce adını bile bilmediğimiz hastalıkların bizlere bulaşmasına neden olmuyor mu? Ve genler üzerinde yapılan denemeler; melez hayvanların yaratılması, hayvan ve insanların kopyalanması bunlar acaba gelecekte ne ölçüde olumlu şekilde kullanılacak?

Tarih iyi bir öğretmendir diyenler yanılıyor olamazlar. Bugünün hatalarının yaratacağı sonuçları, dünün Dünyasına bakarak anlamak olası Atlantislilerin başına gelenler ve bugünün Dünya insanlarının başına gelmesi muhtemel olanlarAslında bunların yaşanmaması yine insanların elinde Dünya insanlarına, Ona her ne ad veriyorsanız biz yazımızda Büyük Yaratıcı Güç olarak niteledik, O Büyük Yaratıcı Güçten büyük bir sevgi ve ışık yağmaktadır. Bu, peygamlerler, melekler, başmelekler, mesih enerjisi, foton kuşağı enerjisi, Beyaz Yıldız enerjisi gibi birçok kanalla bizlere ulaşmaktadır.

Bu ışığın amacı bizleri yeniden ilk varoluşumuzdaki düzeye Galaktik insan bilincine ulaştırmaktır. Yani sevgi dolu, egosunu aşmış, bilge, yükselmiş varlıklara dönüşmemiz istenmektedir. Burada bize düşen görev içimizdeki sevgiyi, birliği, iyiliği keşfedip mümkün olduğunca egomuzdan sıyrılarak yaşamaya çalışmamızdır. Yaptıklarımızın sonucunu görerek yapmamız, çıkar savaşlarından, şiddetten, maddi çıkarlarımızdan mümkün olduğunca vazgeçerek yaşamamızdır. Yapmamız gereken hem çok kolay hem çok zor, Parola Egondan sıyrıl Okuduklarınız size bir masal veya bilim kurgu öyküsü gibi gelebilir.

Ama masal ama gerçek. Ne farkeder? Anlatılan öykü egosuna yenik düşen, kibrin sınırlarını zorlayan, insan ırkının üzerinde haddini bilmezcesine tahakküm kurmaya çalışan bir uygarlığın öyküsüdür Gerçek mi, değil mi ? diye merak ediyorsanız, yanıtını kalbinize sorun. O size daima doğru olanı söyleyecektir

Sevgili okur, bu ilginç araştırma her ne kadar Yaşar Mükrim Altınada adıyla bazı sitelerde yayınlansada Özlem Süyev Zat'a yazının kendisine ait olduğunu belirten bir e-mail ile beni uyarmıştır. Yazı http://ozlem.suyev.sitemynet.com adresinde de yayınlanmaktadır.

ATLANTİS 2

Atlantik okyanusunun üzerinde olduğu iddia edilen ve varlığı, James Churcwarddan binlerce yıl önce Mısırlı rahipler tarafından Yunanlı filozof Eflatun aracılığı ile insanlığa duyurulan Atlantis, kuşkusuz uygarlığın ilk beşiği değildi. Atlantis, Mu uygarlığının bir kolonisiydi ve zaman içinde bağımsızlığını kazanarak, bir imparatorluğa dönüştü. Peki Mısırlı rahipler durup dururken Eflatuna bu sırrı niye vermişti? Çünkü Eflatun da Mısırda inisiye edilmişti ve kardeşleriydi.

Churcward Atlantisin Amerika ile Afrika arasında yer aldığını söylüyor. Diğer bazı araştırmacılar bu batık kıtayı başka yerlerde arıyorlarsa da kıtanın battığı okyanusun aynı adı taşıması Atlantisin Atlantik okyanusu üzerinde olduğu savlarını gçlendirmektedir. Özellikle Bermuda, Bahama ve Azor adalarının Atlantisin yüksek kalan kesimleri olduğu söylenmektedir

Eflatun Atlantisi Solon ve Kritiasın ağzından almıştır. Bu iki filozof arasındaki konuşmaya göre Firavun amosis döneminde (M.Ö. 570-525) Sais şehrini ziyaret eden Solon burada bir üstad rahip tarafından Atlantis hakkında bilgilendirilmiştir. Bu rahip Solona eskiden cebelitarık boğazı ötesinde çok büyük bir kıta olduğunu , Mısırdan hareket eden bir kişinin denize ulaştığında, adadan adaya geçerek okyanusu aştığını ve ve karşı kıyıdaki bir diğer kıtyaya ulaşabildiğini söylemiştir. Rahibin ifadesine göre bu kıta 9 bin yıl önce (günümüzden 12 bin yıl önce) büyük bir tufan ve deprem neticesinde sulara gömülmüş ve kolonisi olan Mısır ile ilişkisi kesildiği için Mısır uygarlığı gerilemiştir.

Mısırda 10 yıl kadar kalan Solon’un yönetici rahiplerle yakın temasına rağmen onların kardeşlik örgütüne inisiye edilip edilmediği hakkında bilgi yoktur. Öte yandan bir diğer Yunanlı tarihçi Heredot’da Mısırı ziyaret sırasında yine rahiplerle görüşmüş ve bu rahipler kendisine örgütlerinin 11 bin yıldan bu yana varlığını sürdürdüğünü söylemişlerdir.

İngiliz Araştırmacı Churcward, Naacal tabletlerinde Atlantise önemli bir yer verildiğini ve önceleri Munun kolonisi olarak uygarlaşan Atlantların zaman içinde bağımsızıklarını kazanarak kendi imparatorluklarını kurduklarını belirtiyor. Tabletler, Mu kolonisi Atlantisde Mu kozmik Dinini öğreten okulların bulunduğunu ancak bağımsızlık sonrası ana dinden uzaklaşıldığını ifade ediyor. Naacal tabletlerine göre Atlantlı rahipler kendi güçlerini arttırmak için ana dini yozlaştırmayı çıkarlarına uygun bulmuşlardır.

Atlantisin okumalara göre 200.000 yıl öncesinde başlayan bir tarihi olduğu, birincisi bundan 50.000, ikincisi 28.000 yıl ve sonuncusu da 10.600 yıl önce olmak üzere üç büyük tufan geçirdiği anlaşılmıştır. Pekçok uygarlığın tarihinde ve mitolojide bahsi geçen bu son tufandır. Son tufan ile birlikte Atlantis tamamiyle sulara gömülmüş, kaçanların bir bölümü Tibet, bir bölümü ise bugünkü Mısıra gelmişti. Zaten Atlantis kelime anlamıyla inceleyecek olursak: ATL ve ANTE kelimelerinin birleşimiyle oluşmuş olup, ATL=Su, ANTE=İndi anlamına gelir ve birlikte suya inmiş, suya batmış olarak nitelendirilir. Sonundaki İS eki ise Platon tarafından konulmuş ve sonunda ATLANTİS olarak kalmıştır.

Atlantis ve Mu döneminde 5 ayrı ırkın aynı anda yaratıldığından bahsedilir. Bu ırklar değişik bölgelerde yaşamlarını sürdürmektedirler. Atlantislilerde kızıl, Mulularda ise esmer ırkın hakim olduğu fakat daha sonra tüm ırkaların birbiriyle karıştığı söylenmektedir. Tufanlara da neden olan güç savaşının Mu dinini korumak isteyen Birin Oğulları ile gücü kendi amaçları doğrultusunda kullanmak isteyen Belialın Oğulları arasında olduğu anlaşılmıştır. Sayıca üstün olan Belialın Oğullarının bu savaştan galip çıkmış ve karanlık güçler Atlantise egemen olmuştur. Savaş o kadar büyük boyutlu olmuştur ki fiziki ve atmosferik dengeleri bozulan koca kıta deprem ve su baskınları ile sular altına gömülmüştür. Bu yıkımdan kurtulmak isteyen bazı Atlantislilerin yerin altına indiklerinden bahsedilir. Özellikle Caycenin okumalarından edindiğimiz bilgiler ve Lobsang Rampanın kitaplarında da bahsi geçen iki gruptan söz edilmektedir. Bunlar Birin Oğullarının devamı olan AGARTA ve Belialın Oğullarının devamı olan ŞAMBALA dır. Her iki grubun ellerinde bulunan bilgiler aynıydı ama kullanım alanları farklıydı. Yer altına yerleşen iki ayrı grup çalışmalarını buralarda sürdürdüler. Agarta birçok inisiyeyi ve peygamberleri özel yerlerde eğitti. Ezoterik bilgilerin yok olmaması için inisiyatik merkezler kurulmasına yardımcı oldular. Şambala ise dünya üzerinde yaşayan insanların bilgiden uzaklaşması için çeşitli faaliyetlere girişti. Dünya üzerinde yaşayan bazı insanlarla temasa geçerek, onları kendi felsefeleri doğrultusunda eğittiler. Bunların başında da tarihte kanlı sayfalar açan Adolf Hitler gelmektedir. Bu grubun tek amacı vardı: İnsanları Ezoterik Bilgilerden uzak tutmak. Bu gruba Kara Tarikat denilmektedir ve üyeleri dünyada önemli güç noktalarını ele geçirmiştir. Halen dünya üzerinde devam eden çıkar savaşlarında ve büyük güçlerin arkasında bu mücadele vardır. İnsanlığın bilgi ve düşünce gücü olarak gerilediği dönemlerin artık sonuna gelindiği söylenmektedir. Yani dünya üzerinde Şambala etkisinin azaldığı ve Agarta, Mu kültürünün tekrar yükselişe geçtiği bir süreci yaşamaktayız.

Atlantisde dini yozlaştırma Osirisin ortaya çıkışına kadar sürdü. Naacal tabletlerinden ikisi günümüzden 22 bin önce Atlantisde doğan bu büyük insana ayrılmıştır. Tabletlere göre Osiris genç yaşında doğduğu yeri terk ederek Muya gitti ve burada Bilgelik Okullarından birisine girdi. Mu kıtasında Naacaller arasında üstad rahip ve kutsal kardeş ünvanını alana kadar kalan Osiris dini bir reform başlatma görevi ile ülkesine geri döndü. Yozlaşmış atlantis dinine ve rahipler sınıfına karşı savaş açan Osiris, güçlü kişiliği ile halkı da yanına aldı ve yozlaşmış rahipleri , itibarını yitiren mabetlerden temizledi. Ölene kadar ülkesinin ruhani lideri olan Osiris, kendisine teklif edilen imparatorluk ünvanını reddetti. Öldükten sonra takipçileri ve rahip kardeşleri onun anısına, yaydığı dine Osiris dini adını verdiler. Osiris adı Mısır tanrıları arasında da geçmektedir. U adın Hermes (Toth) tarafından Mısıra getirildiği fakat zaman içersinde bu saf dinin yozlaşması nedeniyle Osirisiin de ilkel tanrılardan birine dönüştüğü sanılmaktadır. Mısır tanrı panteonunda adı daima Osiris ile anılan İsis, aynı tanrının dişil ifadesi, her ikisinin oğulları olan Horusda kutsal kelamın ifadesidir. Hermes de, Osiris ve İsis gibi bir süre sonra tanrısallaştırılmıştır. Kendisine 3 defa büyük anlamına gelen trimejist sıfatını yakıştırmışlardır. Mısırda Osiris Dininin devamını yani bugünkü büyük Mısır kültürünün temelini atan Hermes hem rahip, hem kral, hem de din kurucusu olarak kabul edilmiştir. Günümüzden 16.000 yıl önce Mısırda yaşayan Hermes, Osiris ekolünün devamını Nil deltasında kurmuştur. Hermes kurduğu okullar ve kutsal yerler ile dini yaymış ve günümüzden 5.000 yıl öncesine firavun Menes dönemine kadar Mısır medeniyetini etkilemiştir.

Atlantisten çok bahsettik ve onun önemli bir uygarlık olduğunu söyledik. Niçin bu uygarlık önemliydi? Eski yazıtlardan ve Caycenin okumalarından elde ettiğimiz bilgiler aslında çok şaşırtıcıdır. Günümüze elle tutulur çok az şey kalmış olan bu uygarlıkların teknolojik yönden çok ilerlemiş olduğunu öğreniyoruz. Örneğin kristalleri çok yoğun kullanan Mu ve Atlantislilerin pek çok şeyi onlarla yaptıklarını anlıyoruz. Telepati ve düşünce güçlerini kristaller ile yoğunlaştırıp belli bir noktaya toplayabilen ve özellikle rahiplerin elinde olan bu güçler kimi zaman iyi, kimi zamansa kötü niyetle kullanılmıştır. Bugünkü atom gücünün kullanımına benzeyen fakat çok daha güçlü olan bu enerji kullanımı koca bir kıtanın batmasına neden olmuştur. İyi ve kötü rahipler arasındaki savaşta dünyanın etrafındaki aydan büyük bir gezegenin dahi bu güçlerle yok edildiğinden bahsedilmektedir. Kristaller büyük hava gemilerinin de enerji kaynaklarıydı. Başka bir enerji kaynağına ihtiyaç olmadan bu gemilere kristallerden elde edilen güçle kumanda edildiği ve bu sayede gezegenler arası yolculuklar yapıldığından bahsedilir. Kristaller bilgi depolama ve şifa amacıyla da kullanılmaktaydı. Özellikle saf kuartz kristallerinin bu özellikler sahip olduğunu bugünkü teknoloji ile de kanıtlanmıştır. Günümüz şifacılarının tamamı bu kristalleri kullanmaktadır.

BİMİNİ ADASI, ATLANTİS VE
DÜNYAYI BEKLEYEN BÜYÜK TEHLİKE

Aşağıdaki metin hakkında ön bilgi:
UFO'larıyla dünyamızı ziyaret eden varlıklar 1972 yılında, bir üniversite profesörü, immünoloji araştırmacısı ve Meksika Atom Enerjisi Komisyonu'nun önde gelen üyesi olan dünyaca ünlü Meksikalı bir bilim adamı olan Prof.R.N.Hernandez ile temas kurdular. Temasçı genç bir kadın görünümündeydi. Kadın, ANDROMEDA Takımyıldızındaki (net görüntü ve resimleri son yıllarda Hubble teleskobundan sağlandı) INXTRIA gezegeninden geldiğini söylüyordu. Bu varlık, profesörle çok önemli bilimsel ve sosyolojik sorunları tartıştı ve ona son derece önemli bilgiler verdi ; profesörü uzay gemisine götürerek dünyamızla ilgili pek çok ilginç şey gösterdi. Bu görüşme ile ilgili tüm bilgiler Profesör'ün "kaybolduğu" 1984 yılına dek yapılan temasların , yüzlerce sayfa günlük notları, steno ile kaydedilmiş konuşmalar, tanımlamalar vb'den oluşmaktadır. Orjinali İspanyolcadır.
Aşağıda bu belgelerden derlenen UFO isimli Yrb. Wendelle C. Stevens ve Zitha Rodriguez Montiel tarafından derlenen kitabın 156-170.ci sayfalarında geçen bir LYA (uzaylı kadın) ve Prof.Hernandez arasında konuşmaya yer verilmiştir.

" Zamanınızdan altı milyon yıl önce , kıtaların tümü tek bir kara parçası meydana getiriyordu. Bunun üzerinde yaşayan uluslar birbirlerine oldukça yakındılar. Ancak, bir gece, deniz, Atlantis dediğiniz kenti tümüyle yutuverdi. Bu büyük karanın orta yerinde yaşayanlar, kara ikiye bölününce boğuldular. Oldukça bilgiliydiler ancak daha çok bilgi toplamak istemeleri topyekun mahvolmalarına neden oldu."
"Orada o büyük kentte, Atlantisli bilim adamları, askeri üstünlük kazanabilmek için çabalıyorlardı. Bunu yapacak zihinsel kapasiteye ermemiş olmalarına karşın, tüm galaksiye hakim olmak istiyorlardı. Niyetleri, dünyanıza ve sistemin tümüne kayıtsız şartsız egemen olmaktı. "
"Atlantisliler, güneş sisteminin Maldek ( Maldek=Marduk=niburu olmasın? ) denen gezegeninden gelmişlerdi. (Bugün orası astroid kuşağı olarak biliniyor.) Bu gezegen , SİON'dan gelen ve bilimsel ilerlemeleri nedeniyle büyük güç kazanmış varlıkların sığınağı olmuştu. Neyse, günün birinde, bilim adamları kendi aralarında anlaşmazlığa düştüler ve bazıları Dünya'ya göç ettiler. O zamanlar, dünya , güneş sisteminin dördüncü gezegeniydi. Bu sömürgeciler, dünyanın, burada eskiden beri oturan diğer sakinleri için çekilmez hale geldiler ; çünkü , gelişmiş silahlarıyla onları tehdit ederek küçük uluslara boyun eğdiriyor ., sapık amaçlarını ve egemenliklerini bu sulahlarla gerçekleştiriyorlardı. Dünya, başka gezegenlerden gelenler için büyük bir sığınak olmuştu. Bunlar arasında, gerek örf ve adetler gerekse genetik olarak büyük farklılıklar vardı. Zengin minerallerden dolayı yeni bir yerleşim bölgesi oluşturan bu gezegen, birçok uygarlığı çekiyordu kendine. O zamanlar, sadece tek bir kara vardı. Gezegeniniz, Maldek gezegeninden büyük kuşkularla gözetlenen bir serayı andırıyordu. "...............
............."Bu silah bir antinükleer reaktöre ve antienerjiye sahipti; böylece, aynı zamanda hem molekül parçalayıcı, hem manyetik denge bozucu, hem de güç nötralleştirici ve her çeşit enerjiye karşı alıcı gibi kullanılabiliyordu. Onunla hayatı ve hareketi kontrol edebiliyorlardı."
"Sayesinde, o güne dek erişilmemiş bir güce sahip oldukları bu silaha antimadde cihazı adını verdiler. o devrin konvansiyonel silahları ile bu antimadde silahı arasındaki fark bir uçurum kadar derindi. Diğer silahlar, maddeyi yok edebiliyorları, organik enerjiyi değil. Ama yeni ve onlara göre müthiş keşifleri, onlara insanoğlunun psişik ve spiritüel enerjisini yok etme olanağını sağlıyordu. Evet, bu silah, biri maddesel öteki de spiritüel olan her iki varlığı da yok edebiliyordu."
" Pardon LYA, ' her iki varlık' sözüyle ne demek istediğinizi anlayamadım? "
" Evet, sizler, insanın psişik ve organik bileşim maddelerine, ruh ve madde diyorsunuz. Bunlar birer varlıktır. sizin ruh dediğiniz varlık, konvansiyonel ölümle yok olmaz. Onun enerjisi ölümden sonra da devam eder. Ama bu silah, hareket halinde olsun olmasın, (yaşasın, yaşamasın) titreşimsel ya da psişik varlığı bütünüyle yok ediyordu. Bir kez hedefe doğru yönlendirildi mi, artık hedefinin sesini arayıp buluyordu. Bu, ses, o bölgede yaşayan insanların soluk alıp vermeleri ya da bitkilerin solunumu olabiliyordu. Kentlerin ve ormanların enerjilerini tümüyle absorbe ederek onları yeryüzünden siliyordu. "
" Bu silah, ona karşı koyacak yolları arayıp bulamayan Maldek'lileri çok telaşlandırdı. Silahın gücü, nedenli küçük olurlarsa olsunlar, tüm canlı hücreleri yok edebiliyordu. Ne kadar büyük olurlarsa olsun, herhangi bir gezegenin yörüngesini değiştirebiliyor, antimanyetik bir vorteks meydana getirerek, yörüngedeki dünyaların çarpışmalarına neden olabiliyordu. "
" Bu korkunç silahın yapılması, Maldeklileri öylesine endişelendiriyordu ki, Dünya'da olup bitebilecek şeyler karşısında büyük bir sorumluluk duymaya başladılar. Sonunda, dünyanıza gelerek, Atlantislileri bu projelerinden vazgeçirmeye ve barış içinde yaşamaya ikna etmeye karar verdiler. Ama, geç kalmışlardı. Dünyalılar, bu silahın onlara, gezegenlerarası bilim adamları arasında büyük bir güç ve ayrıcalık kazandırdığının farkına varmışlardı. Dünyalıların sürekli karşı koymaları üzerine, Maldekliler, dünyanın dengesini tehlikeye atma pahasına, silahı, kendileri etkisiz hale getirmeye karar verdiler.
Ancak, her şeye karşın niyetlerini gerçekleştiremediler. Dünyalılar bu silahı, gece gündüz koruma altında tuttukları, devasa bir piramidin içine sakladılar. Bunu gören Maldekliler savaş ilan ettiler. Bu savaş bir yıl kadar sürdü. Bu, eşit iki güç arasında yapılan, zor ve güçlü bir karşılaşmaydı. Dünyalılar, gerektiğinde silahı kullanmaya karar verdiler. "
" Bütün bu kargaşa sürerken, Maldekli bilim adamları, son bir kez, Atlantislileri bu kararlarından vazgeçirmeye çalıştılar, ama güçlü bir direnişle karşılaştılar. Dünyalılar, yeni güçlerinin simgesi olan silahtan vazgeçmeye yanaşmıyorlardı. Doğrusu, hiç de sağduyu sahibi değillerdi ; kozmik yasayı hiçe sayıyorlardı ; zaten kendi uygarlıklarının yasalarını da sürekli ihlal ediyorlardı. Hücresel hayatı sıfırlayan, teknolojiyi tehdit eden, tüm bio-genetik enerjiyi ve güneş sisteminin barışını mahvedecek olan bu silahlarını teslim etmeyi ya da etkisiz hale getirmeyi redderek, kardeşlerine karşı savaşmayı sürdürdüler.
"Savaşın şiddeti içinde, dünyalılar toprak kaybettiler. Diğer güneş sistemlerinden gelen ileri uygarlıklar da Maldekliler'e yardım ediyorları. O zaman , Dünyalılar, Maldek gezegeninin manyetik alanını kaybetmesine ve yakınındaki diğer gezegenlerle (en yakındaki Mars'tı ) çarpışmasına neden olacak şekilde ayarladıkları silahlarını çalıştırdılar"
"Yörüngesinden çıkan Maldek gezegeni, çok enerji yitirdi. Bu enerji kaybının farkına varan bilim adamları, bir gece, Dünyalılar'ın bu saldırganlığını ve gücünü oluşturan silahı yok etmeye karar verdiler. Maldek laboratuvarlarından yayınlanan güçlü bir ışın, o büyük kentin (Atlantis) üzerine düşerek, kıtayı ikiye böldü. Bu ışın, dünyanın büyük bir bölümünün bir uçurum gibi açılmasına neden olmuştu ve aynı gece , tüm Atlantis kenti sulara gömüldü."
" Diğer, daha küçük kentler, büyük bir su baskınının (tufanın, Nuh tufanımı acaba?) karaları kaplayacağı konusunda uyarılmışlardı; bunların bazıları yine Maldek bilim adamlarının yardımıyla, insanların tahliyesiyle ilgili gerekli önlemleri alabildiler."
"İkiye bölünen büyük kara parçası parçalandı, yavaş yavaş sulara gömülen kısımlarında, birçok masum insan da öldü. Kalan parçaların biri batıya, biri de doğuya doğru savruldu. Dünyanın manyetik kutbu kayboldu. O zamandan beri de olması gereken yerde değildir."
"Dünyanız yörüngesini değiştirdi; bu çatışmalardan haberleri dahi olmayan suçsuz uluslar tufanda yok oldular."
"Bugün bile, karalar hareketlerine devam ediyor ve bu hareketleri, o gece sulara gömülmüş bazı kara parçalarının yeniden su yüzüne çıkmasına neden olacak. Dünyanız, o zamandan beri sürekli hareket halindedir. "
"Maldek gezegeni ise, bir süre, yörüngesel enerjisini yitirmeye devam etti ; bu süre içinde Maldekliler, kendilerine sığınma hakkı tanıyan gezegenlere göç ettiler. Sonunda Maldek gezegeni , Mars ve Jüpiter ve hatta Dünya'nızla da çarpışmasını gerektiren bir yörüngeye girdi. (Sümer anlatısıyla örtüşmüyormu? Ayrıntılar için bu sayfaları takip etmeye devam edin.) Yakın gezegenlere, yağmur gibi göktaşları yağdırdı. Bu kozmik toza Satürn halkalarında hala rastlanabilir... Bu parçaların diğerleri , halen astroid kuşağı adını verdiğiniz bölgede, bir düzene girmeye çalışıyorlar."
"Antimadde silahı da, Florida açıklarında , BİMİNİ dediğiniz adacıklar arasına rastlayan bölgede , denizin dibine gömülmüş büyük piramidin içinde duruyor."
Büyük şaşkınlıkla ona baktım. bu öyküye inanıp inanmamak konusunda ikircikli kaldığımı anladı. Kendimi aşağılanmış hissediyordum. Yavaşça sordum:
"Hala okyanusun dibinde mi yani?"
"Evet, profesör" dedi, " Yıldızlararası topluluk, şimdi eskisinden daha çok endişeleniyor. Çünkü, artık zayıflamış olmasına rağmen, eğer güneş ışınları tarafından aktive edilirse, dünyanızda manyetik değişikliklere ve molekül bozulmalarına neden olabilir. "
" Bu antimadde silahı, korkunç etkilerini, değişik şekillerde fakat sık sık gösteriyor. Bu da bilim adamlarınınz dikkatini , o bölgede olup bitenlere çekiyor. O bölgede, pusulalar, iletişim ve deniz trafiği sık sık aksıyor. Hala, Solar güç tarafından uyarılıp aktive edildiği zaman, yaşam enerjisini algıladığında, enerji vortex(girdap)ını harekete geçiriyor. Ayrıca, çevresinde, tepkime ile çalışan herhangi bir alet algıladığında antimolekül alanının uyarıldığı kesindir. Aslında bir sesle hareket geçer. Hala, kullanılır durumda ve çok tehlikelidir. Sizin ona erişmeniz olanaksız, çünkü, gücü karşısında hemen yok olursunuz."
"Bunca yıldan sonra, hala dediğiniz kadar öldürücü mü?"
"Aslında profesör" dedi. , heyecanlı bir duyarlılıkla, " onu ele geçirmek isteyen birçok yıldız toplumu var; ancak, dünyanıza gelip, araştırma ve analizler yaparak silahın yerini bulmaları ve onu çıkarmaları için gereken izin , üstün varlıklar tarafından onlara verilmiyor. Ne onlar ne de siz, antienerjiyi ve antimaddeyi kontrol altında tutacak ve onu etkisizleştirecek kadar bilgiye sahipsizin. Bu bilgi sadece gelişmiş varlıklarda var"
"Bunu siz başarabilir misiniz LYA ?"
"Tabii profesör. Unutmayın ki , biz bir bilim ve keşif grubuyuz. Ancak, bu dünyanızı antimadde güçlerine maruz bırakır. Biz hayata saygıyı esas alırız. Sadece maddesel değil, enerjik hayata da. Bizim prensiplerimiz, canlı türlerini yaşatmaya ve geliştirmeye çalışmaktır."
"Biz bir gün bu silahı kontrol etmeyi başarabilecekmiyiz?"
"Bu koşullar altında, hayır. Şu andaki bilgileriniz, daha uzayda yolunuzu bulmak için gerekli olan üstuzay prensiplerini bile anlamaya yeterli değil. Bunu için , gemilerinizi yürütmek için çok büyük ölçüde enerjiye gereksinim duyuyorsunuz. Uzayın içerdiği tehlikeleri anlamak için milyonlarca saatlik uzay araştırmalarında bulunmanız gerekiyor. Bu yüzden , bu silahı, insanlarınızın korkunç genetik zararlara uğramayacakları bir biçimde kontrol ederek yüzeye çıkaracak yeterli bilgiye henüz sahip değilsiniz. Onu yüzeye çıkarırsanız, yüzlerce kilometre uzaklıkta bulunan kentler bir an içinde yok olabilirler ., tarihiniz boyunca böyle olaylara rastlanmıştır. Dünya dışı gemiler bunu yapabilir ; fakat , enerjinin tahliyesi sırasında birçok insan ölebilir. Ancak çok ileri bir uygarlık bunu başarabilir. Aksi halde, dünyanızın manyetik alanı kuvvetli bir değişime uğrar.
Bugün BİMİNİ adası açıklarında deniz altında bulununan taştan yola benzer yapılar ve ünlü Scott Taşları ile ilgili deniz dibi araştırmaları büyük bir heyecanla devam ettiriliyor. İlgili araştırmacılar, bölgenin Atlantis'e ait olabileceği konusunda ciddi fikirlere sahipler.
Bimini adasındaki son durum ve resimleri Eski Uygarlıklar sayfasından takip edebilirsiniz.

yok, olmadı. hiç inandırıcı değil. Platon'un anlattıkları dışındakiler hiç inandırıcı gelmedi.

1. söylenilenlerin teori olduğu çok belli, yani birşeyler bulup oradan yola çıkıp mantıkla açıklama yoluna değil de, olsa olsa böyledir yoluna gidilmiş gibi gözüküyor.

2. neymiş, uzaylı profesöre görünmüş, ee, güzel bir kadınmış ( hayatını yaşayamamış bir profesörün hayal edeceği ilk şey - uzayla ilgileniyorsa uzaylı kadın tabi ) sonra, nedense zaten bilinen bir gezegenden geliyor, bilinmeyen bir yerden gelse insanlar " yok yaa, inanmadık " diyecek çünkü - bu göz önünde bulundurulmuş.

3. aslında " atlant "mış da, sonradan platon o kadar boş bir adammış ki, hadi bunun sonuna "is" koyayım atlantis olsun, daha şık olur demiş. heheeeyt. :) sonra da ben bunlara inanıcam*... pek mümkün değil.

kimseyi etkilemeye veya kimsenin görüşünü aşağılamaya çalışmıyorum ama bence bu seferki yazıların büyük bir bölümü fasa fiso.

söylediklerine katılıyorum, aslında işimz zor, gerçeklerle - kendini ve projesini ( dolayısıyla kendini ) kanıtlama peşinde olan insanların uydurduklarını birbirinden ayırmak durumunda kalıyoruz. o yüzden sadece inandım, çünkü....... demek değil, inandırıcı gelmedi, çünkü..... demek de önemlidir.

buna, bazı şirketler çok önem veriyor; anti-tez'in ortaya konması veya kesin doğru olduğu düşünülen bir şeyin nasıl 180 derece yanlış olabileceğini bulmaya. bunu yapmaya da, tabir olarak: Şeytanın Avukatlığını Yapmak deniyor.

sonuçta inandığımı da söylesem, inanmadığımı da söylesem, hepsi birbirimizin gelişmesini sağlamak için. her seferinde yazmıyorum ama şimdi söyleyeyim, kimseyi göklere çıkarmak veya rencide etmek için birşey yazmıyorum, ne düşünüyorsam, nasıl inanıyorsam o.

Sizlerle paylasmak ıstedım;

Prof. Kimura ve ekibi su altında yaklaşık 7 m büyüklüğünde insan başı heykeli ile su altındaki yapıların üzerine kazınmış hiyeroglifler ,araç ve gereç buldu.

2001 tarihinde Japon bilim adamları , Amerikan ve Batılı bilim adamlarının her türlü engellemelerine karşın kalıntılarüzerindeki hiyeroglifleri kamuoyuna açıkladılar.Bu bilinmeyen kültürün son buzul çağında batan uygarlıklardan biri olduğu yapılan testlerle kamuoyuna sunuldu.

Sosyal İnsanın oluşumunu 6.000 yılla açıklayan Batı bilim dünyası insanlık tarihini alt-üst edecek sıradışı bulguların hepsini ya görmezden gelir yada yok sayar.Aklın yolunun bir olduğunu söyleyen batı için belkide aklın yolunun bir olmadığını düşünmek en doğrusudur.