Ana içeriğe atla
10 Şubat 2011 tarihinde ChoasUfo tarafından gönderildi

mistik olay

MEVLANA'NIN MEZAR ODASINA GİRMEYE KALKANLARIN BAŞLARINA KORKUNÇ OLAYLAR GELİYOR!
Mevlana'nın kabrinin altınaki 'mezar odası'na 700 yılda sadece bir kişi girebildi. O da 7 yaşındaki bir kız çocuğuydu. Çocuğun dili tutuldu ve bir daha konuşamadı. O küçük çocuğun ne gördüğü bir sır olarak kaldı. Ondan sonra girmeyi düşünenleri bile korkunç felaketler bekliyordu. İşte, Mevlana'nın esrarengiz sırrı...
25 Nisan 2004 Pazar 11:32

ERTUĞRUL ÖZKÖK/ HÜRRİYET

 

MEZAR ODASININ SIRRI

 

O müzenin kapısından içeri girerken, karşıma 'Da Vinci şifresi' gibi esrarengiz bir hikáyenin çıkacağını bilmiyordum.

Bu, bir sanduka ve onun altındaki mezarın hikáyesi.

 

Ama öyle basit bir hikáye değil.

 

Hikáye 13'üncü yüzyılda başlıyor ve 1930'da esrarengiz bir aile trajedisine kadar uzanıyor.

 

Hikáye beni çok etkiledi.

 

Sizi de etkileyeceğini tahmin ediyorum.

 

SAF TUTMUŞ SANDUKALAR ARASINDA

 

Geçen salı günüydü.

 

Hayatımda ilk defa Konya'ya gitmiştim.

 

Konya'da Mevlana Müzesi'nin kapısından ilk adımımı attığımda, belki de sadece benim hissettiğim mistik bir rüzgár esti ve beni içine alıp götürdü.

 

Hayatımda hiçbir mekán daha ilk anda beni bu kadar etkilememişti.

 

İçerden çok hafif bir ney müziği geliyordu.

 

Sağ tarafta, sanki saf tutmuş sandukaları görüyordum.

 

Yanımda Mevlana Müzesi Müdür Yardımcısı Dr. Naci Bakırcı vardı.

 

Mevlana'nın sandukasının önüne gelinceye kadar, mistik bir turistten farklı değildim.

 

Ancak o sandukanın önünde Dr. Bakırcı'nın anlattığı o müthiş hikáye başladı.

 

Daha doğrusu, o sandukanın altındaki 'mezar odasının sırrı'...

 

500 METREYİ SEKİZ SAATTE ALAN CENAZE

 

Nefesimi kestim ve onu dinledim.

 

İşte ondan dinlediklerim.

 

Anlatıldığına göre her şey 1273'te Konya'da kaldırılan bir cenazeden sonra başladı.

 

Mevlana Celaleddin-i Rumi, 17 Aralık 1273 günü vefat ediyor.

 

Cenazesine yüzbinlerce insan katılmış. Naaşı, İplikçi Camii'nden, 500 metre ilerdeki bu türbeye 8 saatte getirilebilmiş.

 

Müslümanlar Mevlana'nın naaşını defnedebilmek için gayrimüslimlerin cenaze cemaatinden çıkmasını istemiş. Ancak onlar, 'Bize İsa'yı da Musa'yı da Mevlana öğretti' diyerek bunu reddetmişler.

 

Mevlana'nın kabrinin altına bir 'mezar odası' bulunuyor.

 

MEZAR ODASINA 700 YILDA 1 KİŞİ İNDİ

 

Eski Türklerde mezarların altına Farsça 'zir-i zemin' yani 'zeminin altı' denilen bir mezar odası yapılırmış.

 

Mevlana'nın naaşı da böyle 4 metrelik bir mezar odasına konmuş.

 

Ancak o tarihten bu yana mezar odasına kimse inmemiş.

 

Sadece bir kişi hariç.

 

Rivayete göre Sultan Dördüncü Murad, Mevlana'nın türbesini ziyarete geldiğinde, mezar odasının içinde ne olduğunu çok merak etmiş ve bu odaya girmek istemiş.

 

Ancak dönemin Mevlevi büyükleri, buna kesinlikle karşı çıkmış ve girmesini engellemişler.

 

Bunun üzerine Sultan, elindeki tespihi, ağzı açık odanın içine atmış.

 

Veya düşürmüş.

 

Bu tespihi almak üzere 7 yaşında bir kız çocuğu mezar odasına indirilmiş.

 

Bilinen tek şey, odanın iki tarafından aşağı doğru merdivenlerin indiğiymiş.

 

Kız çocuğu mezara inip çıktıktan sonra dili tutulmuş.

 

Dr. Naci Bakırcı, 'Çocuğun dilinin neden tutulduğu hálá bilinmiyor' diyor.

 

KÜÇÜK KIZ MEZAR ODASINDA NE GÖRMÜŞTÜ

 

İşte bu olaydan sonra 'mezar odasının sırrı' iyice merak edilmeye başlanmış.

 

Acaba kız çocuğu orada ne görmüştü de dili tutulmuştu?

 

Bir iddiaya göre, oda çok karanlık olduğu için çocuk çok korkmuş ve geçirdiği travmadan dolayı dili tutulmuştu.

 

Ancak bir başka iddia daha var ki, o 'mezar odasının sırrını' daha da koyulaştırıyordu.

 

Selçuklu Türkleri o tarihte mumyalama tekniğini biliyorlarmış. Fatih Sultan Mehmed dahil 7 padişahın naaşı mumyalanmış.

 

Mevlana'nın naaşı da mumyalandığı için muhtemelen öyle duruyordu.

 

Kız çocuğu orada yatan Mevlana'yı görünce bu hale gelmiş olabilirdi.

 

Bu olay dönemin önde gelen Mevlevilerini harekete geçiriyor ve 1640 yılında mezar odasının ağzı tuğlayla örülüp üzeri kurşunla kaplanıyor.

 

O tarihten sonra mezar odasının ağzındaki kurşun hiçbir zaman kaldırılmadı.

 

Mezar odası, sırlarıyla birlikte belki de ebediyete kadar sessizliğe gömüldü.

 

1930'LU YILLARDA MÜZE MÜDÜRÜNÜN ODASINDA

 

Ancak odanın hikáyesi burada bitmiyor.

 

Aradan 300 yıl geçtikten sonra, Mısır'daki piramit sırlarına benzeyen bir dizi olay daha yaşanacaktı.

 

Bu olayın iki tanığı vardı.

 

Biri olayı yaşayan Yusuf Akyurt isimli biri.

 

Öteki de onun yaşadığını Murat Bardakçı'ya anlatan Abdülbaki Gölpınarlı Hoca.

 

1930'lu yılların güzel bir gününde, Mevlana Müzesi'nin Müdürü Yusuf Akyurt odasında tek başına otururken, aklına sandukanın altındaki mezar odası gelir.

 

İçinden 'Acaba şu odaya bir girsem de içinde ne olduğunu görsem' diye geçirir.

 

Ancak tepki çekeceğini düşündüğü için kararsızdır.

 

O AN KAPI ÇALINDI YAŞLI ADAM GİRDİ

 

Tam o esnada kapı çalınır ve içeri, müzenin yaşlı odacısı girer.

 

Bu yaşlı adam aslında, Mevlevi dedesidir. Cumhuriyetin ilanından sonra tekke ve zaviyeler kapandığı için müzeye çevrilen türbede odacı olarak çalışmayı kabul etmiştir.

 

Yaşlı Mevlevi dedesi saygılı bir şekilde içeri girer ve Yusuf Akyurt'un tüylerini diken diken eden şu cümleyi söyler:

 

'Sakın oraya inmeyi düşünmeyin...'

 

Ancak bu şaşkınlık, müdürü kararından vazgeçirmez. Mezara inmek üzere kurşunla kaplı kapağın önüne gelir.

 

Halıyı kaldırır. Tam kapağı açmak üzereyken, bir adam haykırarak içeri girer:

 

'Müdür bey, yetiş evin yanıyor...'

 

Yusuf Akyurt gelinceye kadar evi kül olmuştur.

 

İşte tam o sırada eline bir telgraf tutuşturulur.

 

Müze müdürü başka bir yere tayin edilmiştir.

 

KONYA-ANKARA YOLUNDAKİ KAZA

 

Konya-Ankara yolu o gün çok ıssızdı.

 

Gün batmış, alacakaranlık etrafa hákim olmaya başlamıştı.

 

Uzaktan gelen kamyonun farları, henüz tam karanlık hale gelmemiş ufukta cılız iki nokta gibi duruyordu.

 

Şoförün yanında kapıya dayanmış şekilde oturan çocuk kimbilir hangi hayallere dalmıştı.

 

Kamyon bir kavise girdiği sırada kapı aniden açılır ve çocuk alacakaranlığın içinde kaybolur.

 

Kamyon durup, içindeki iki adam kapıdan uçan çocuğa ulaştıklarında iş işten geçmiştir.

 

Çocuk öteki dünyaya göçmüştür.

 

Çocuğun başında duran ikinci adam, başı ellerinin arasında hüngür hüngür ağlamaktadır.

 

O adam, Konya'dan tayini çıkan Müze Müdürü Yusuf Akyurt'tur.

 

Kimine göre, mezar odasının sırrı, onu hálá takip etmektedir.

 

MEZARIN BAŞINDA SÖYLENEN SON SÖZLER

 

Yusuf Akyurt oğlunun cenazesini alıp Konya'ya döner. Cenaze töreninden sonra doğruca Mevlana Müzesi'ne gider ve sandukanın başında ellerini açıp haykırmaya başlar:

 

'Yetmedi mi? Affet artık...'

 

Bütün bunlar neydi? Efsane mi? Gerçek mi?

 

Küçük kızın dili niye tutulmuştu? Yaşlı odacı, müdürün kafasından geçen düşünceyi nasıl anlamıştı?

 

Bunların cevabı yok.

 

Ben bunları anlatan insanlardan dinledim.

 

Bildiğimiz tek şey var. Mezar odası 731 yıldan bu yana sırrını muhafaza ediyor.

 

Umarım bundan sonra da muhafaza etmeye devam eder.

 

Çünkü bilinmezliğin yarattığı bazı mistik duygulara ebediyen ihtiyacımız olacak.

 

Çünkü hepimizin içinde, sadece kendimize ait sırların saklandığı küçücük odalar var.

 

Üzerleri kurşunla kaplı küçücük odalar...

 

 

saygılar

Yorumlar

Hz.Mevlana gibi büyük bir zat yaşarken etrafına sevgi ve insanlık güzellik dağıtan bir zat nasıl olurda öldükten sonra mezarı felaket ve korku salar????Yapmayın Allahaşkına:)Mizansen iyide kullanılan yer kötü:(mumyalandığı doğru olabilir olmasa bile küçücük bir kız çocuğu tabiki korkmuştur...müdüre gelince illaki kişilik ve karekteri onun bu odaya girebilecek merakta olduğunu açık ettiği için etrafındakilerin uyarmasına gerek görülmüştür...oğlunun başına gelende talihsiz ve üzücü bir kaza tesadüftür...Bela ve Mevlana hiç yakışmış mı yanyana bu iki kelime????bence bu hikayeye pirim yaptıranlarada ikaz gönderilmeli müdürüne falan!!!Haksızmıyım:)

dünyanın yuvarlak olduğunu söyleyen bir zavallı vardı... adama herkes gülmüştü... kamerayla dolaş bize ispat derlerdi heralde öyle bir teknoloji olsaydı. :)))) akıl insanları için ispat şarttır ama haliyle o dönem için ispat gibi bir durum pek kolay değil teknolojik imkansızlık... bu durumda bana bunu çağrıştırıyor manevi duruşumuz mantığa olan yoğunluğumuz manevi alemin ne derece engin ve nelere gebe olduğunu bilmediğimiz için mantık pekte ilgilenmiyor bu alanla.... ama geçmişte inandığımız ve doğru olarak kabul ettiğimiz birçok şeyin zamanla yanlış olduğu ve gerçeğin bambaşka olduğunu öğrenmek, idrak etmek insanoğlunun kaderi. insanlar kaldıramayacağı yükün altına girmezler... ama bilmiyenmeyen enejiler girilmemesi gereken en önemli alandır. çünkü kendi enerji düzeyimizi bilmiyoruz. heleki MEVLANA Hz. lerinin kabrinden bahsediyoruz. o Güç demekki kaldırabileceğimizin üzerinde ama bir gün o potansiyele yükseleceğiz ve o zaman zaten onunla aynı olduğumuz çin bir merakta kalmayacaktır. saygılar.

Feray Hanıma 100% katılıyorum.Hayatını iyiliğe ve sevgiye adamış bir insanın bu şekilde bir lanet oluşturması mantığa aykırı.Bence bu hikaye Mevlana'nın mezarını korumak ve onu tapınma aracı olmaktan kurtarmak olabilir.Biliyorsunuz ki günümüzde insanlar hala türbelerden medet ummakta ve gerçek dinlerinden uzaklaşmaktadırlar.